Açık Radyo’yu online dinlemek için T I K L A Y I N I Z

Radyo Garden üzerinden Açık Radyo’yu dinlemek için T I K L A Y I N I Z

Açık Radyo 48. Yayın Dönemi Programları ve Podcast Arşivleri içinTIKLAYINIZ

Açık Radyo resmi web sitesi: acikradyo.com

Açık Radyo’yu internet üzerinden ve mobil cihazlarından dinlemek isteyenler için faydalı bilgiler

Açık Radyo Arşivi için TIKLAYINIZ

Açık Radyo program blogları için TIKLAYINIZ

Açık Radyo 49. Yayın Dönemi: 6 Mayıs 2019 – 3 Kasım 2019 akışı için Tıklayınız Günlük / Tıklayınız Haftalık

————————————————————————————

06:00 – 06:55 DemocracyNow!

democracynow.org/shows/2019/6/27

07: 00 – 07:20 Tehlikeli Oyunlar (Yeniden) / Yazan: Oğuz Atay / İletişim Yayınları / Okuyan: Tilbe Saran

Usta yazar Oğuz Atay’ı ölümünün 40. yılında, “Tehlikeli Oyunlar” romanının okumasının tekrarı ile anıyoruz.

07:30 – 07:50 Sabahlık / Didem Gençtürk ve Emre Aydoğdu

sabahlik.tumblr.com/

08:00 – 10:00 Açık Gazete / Ömer Madra, Murat Can Tonbil, Selahattin Çolak, Emre Gülşer

acikgaste_28-06-2019

Açık Gazete kayıt arşivi

Günün Sözü

***

Patrick Chappatte: Siyasi karikatürün altı oyulurken

zz4

52 yaşındaki Patrick Chappatte, 20 yıldan uzunca bir süredir International Herald Tribune ile The New York Times’ın uluslararası baskısının editoryal karikatürcüsüydü. NYT’ın karikatür yayınlamama kararına karşı sesini yükselten az sayıdaki çizerlerden biri oldu.

Patrick Chappatte’ın The New York Times (NYT) ile sözleşmesi, gazetenin politik karikatür yayınlamama kararı ile son buldu. Chappatte’e göre bu ‘oto-sansür’ uygulamalarının önünü açmakla ilgili.

– Blogunuzda gazeteyi eleştirdiğiniz süreden bu yana New York Times’tan haber aldınız mı?

Hayır, ama almayı da beklemiyordum. Politik karikatüre son verdikleri haberini yazımdan on gün önce aldım,  çizgi roman röportajı tarzında bir işbirliği için  kapıyı açık bırakmışalardı. Ancak bu tür çizimler politik karikatürün yerini tutmaz, dolayısıyla sözleşmem sonlandırıldı.

Sonuç olarak en basit ve radikal adımı atmaya karar verdiler:  Çizerin özgürlüğünü nasıl denetlesinler ki? Hiç çizmesin daha iyi.  Siyasi karikatür yayınlamama  kararının o  skandal  karikatür davasıyla  (Antonio Antunes’in karikatüründen söz ediyor- çn) hiçbir ilgisi yokmuş. Siyasi karikatür onlara göre değilmiş. Bu mesaj, dünyanın dört bir yanında tehlike altında olan, kimisi hayatını yitirerek, kimisi hapse girerek, kimisi de sürgün edilerek bedel ödeyen basın çizerleri tarafından nasıl algılanır? Kanımca oto-sansüre yol açılıyor.

– New York Times’da politik karikatürün düzeni yıkmasından mı korkuluyor?

Politik karikatürün alışılmış kriterlere göre denetlenmesi zordur. Bir makale denetlenebilir, ön okuması yapılır, gerekirse bazı sözcükler değiştirilebilir. Çizim ise, blok bir görüntüdür. Bazen bir çizimi  yayınlamamaya karar verebilirsiniz, bazen de bir çizimi yayınlayabilir ve suratınızda patladığını sonradan fark edersiniz. NYT’de krize yol açan sorunlu karikatür tartışmaya açık olmalıydı. Ancak, gazeteler saldırıların hedefi olduklarında, mesleğin ilkelerini kendileri için uygulamakta zorluk çekerler. Bakış açısı yayınlamak, geri adım atmak, analiz etmek…  Artık NYT’de, bu rolü  üstlenecek  ve “Durun… sakin olun… şöyle oldu… bu çizimin nedeni… vb…”  diyecek bir kamu editörü (okur temsilcisi- çn) yok.

– Antonio Antunes’un köpek şeklindeki Netanyahu’ya iple bağlı kör Trump çizimi sizce açıkça antisemitik bir karikatür müydü?

Bunu tartışabiliriz. Ancak bir taraf aforoz ederken, diğer taraf da özür dilemekle yetinde. Antisemitizm suçlaması, öldürücü bir argümandır. Yarı antisemit yoktur, bir kişi antisemittir ya da değildir.  Suçlamanın ardından etiket yapıştırılır, üzerinde tartışılmaz. Bu karikatür, New York Times’ta yer almaması gereken talihsiz bir çizimdi.

Antonio, bildiğimiz Filistin yanlısı Siyonist karşıtı bir eski güzel solcu. Niyeti açıkça politikti, ancak sorunlu klişeler kullanmıştı. Mesele sosyal ağlarda hızla büyüdü ve öfkeli, sinirli sesler sonucu belirledi: Fox News, Trump’ın oğlu Breitbart … hepsi New York Times’a saldırmaktan büyük haz duydular. Bu karikatür yüzünden gazete saldırıya uğradı.

– Bu mesele, NYT muhabirlerini sorunlardan kaçınmak için bazı konularda otosansüre zorlayabilir mi?

Muhabirlerin elinde kendilerini korumak ve savunmak için nüans kullanmak gibi araçlar var. Ancak, tabii ki bu durum, hem Times hem de başkaları için bir mesaj içeriyor. Evet, özgürlük karmaşıktır, bazen kaygan, bazen dağınık.  Bazen mesajlar layıkıyla iletilemez. Fakat biraz sağlam durmanız ve görevinizi yerine getirmeniz gerekiyor: Özgürlük alanlarını yönetin ve onları savunun.

– Karikatürcü mesleği giderek daha mı fazla tehdit altında?

Üç ateş arasında kalıyor karikatür.  İlk olarak, basının ekonomik olarak zayıflaması var: Gazeteler baskı altında ve okuyucularını kaybetmekten korkuyorlar.  İkinci olarak, Charlie Hebdo ve Danimarka karikatürleriyle gördük, yanlış anlamalar mizahla programlandı, çünkü mizah yerel ama imaj küresel. Ve üçüncü faktör, politik dürüstlük, ancak bu ifade beni yoruyor. Ben suç iddiasının kabulünün yanı sıra ve öncesinde adaletin sağlanmasını içeren suçlunun tanınmasından söz açmak isterdim. İfade özgürlüğü ile iddialar arasındaki açık bir dengesizlik var. Oyun böyle olunca, her türlü mizah, hiciv ve temiz karikatür kesinlikle imkansız hale geliyor.

– Ancak ırkçılar, antisemitler veya homofoblar da nefretlerini saçmak için ifade özgürlüğünün ardına sığınıyorlar …

Evet, bunu Hz. Muhammed karikatürleri olayında gördük. Savunduğum şey profesyonel karikatürcülerin ifade özgürlüğüdür.  Biz başkalarının savaşının askerleri değiliz. Daha önemlisi, bir zamanlar Marine Le Pen’in yaptığı gibi, Müslüman aleyhtarı bir gündemi gizlemek için ifade özgürlüğü bayrağının ardına sığınan piyonlar değiliz. Ama kendi dinleri eleştirildiğinde sansür isteyenlerin aleti de olmayız. Manipülasyon girişimleri her iki taraftan gelir. Karikatürcülerin tek savaşı, aptallığa ve zulme karşı olmalıdır.

– Çizimlerinizde büyük sorunlar yaşadınız mı?

Tuhaftır ama hayır, International Herald Tribune ya da NYT’da olsun, yaklaşık yirmi yıldır hiçbir zaman uluslararası bir skandalın kaynağı ya da kurbanı olmadım.  Demek oluyor ki, ya yaptıklarımın hepsi doğruydu, ya da hepsi yanlış… Ama bazı çizimlerime tepki geldi. Bunlardan biri Shiva hakkındaydı, Hintli okuyucuların öfkesini çekti ve uzun süren bir mektup kampanyası  başladı. O zamanki patronum bunlara göğüs gerdi, işimi savundu ve hatta beni ancak olay yatıştıktan sonra bilgilendirdi. Netanyahu’nun bir ABD ziyaretinde Barack Obama’ya uğramadan Kongre’ye gitmesi hakkında  NYT’da yayınlanan bir başka karikatürüm de okurların tepkisini çekmişti. Bir cumartesi günü kitleler sosyal medyada ayaklandı, NYT ile Goebbels arasında karşılaştırmalar yapıldı. Ortam çok ısınmıştı.  Ancak Pazartesi günü, gazete aynı konuda ikinci bir çizim yapmamı istedi. Büyük bir rahatlama duygusu yaşadım.

– Yazı kurulu tarafından artık korunmadığınızı duyumsuyorsanız, yirmi yılda devir mi değişti demek?

Bu yüzden uyanmalıyız diyorum.  Pes etmemeliyiz. Güç dengesi maalesef artık savunmada olan geleneksel medya ile hiper güçlü sosyal ağlar arasındadır ve tamamen asimetriktir. Bir yanda uzun vadeli bir bilgi birikimi, doğrulama, ılımlılık; öte yanda ucu açık taşkınlıklar, anlık görüntüler, söylentiler ve teknolojiyi kullanan öfke amplifikatörleri. Editörlerin geri çekilmeleri için bir nedenleri yoktur, bir çizgi çekmeleri gerekir. Neticede, sosyal ağlar ne onların editörleri ne de okurlarıdır.

– Desteklenmiş hissediyor musunuz?

Bu olay oldukça şaşırtıcı bir biçimde ses çıkardı. NYT, günlük bir gazete olarak büyük bir sembol olduğundan, ama aynı  zamanda sosyal ağlarda da yaygın olarak olay sorgulandığından; hiciv, mizah ve karikatürcünün rolü hakkında gerçek bir tartışma yaşandı.

– Sermaye değişimi sonucu milyarderlerin sahip olduğu büyük gazetelerin, sizin suçladığınız bu zayfılamada rolü var mı?

Ben böyle görmüyorum. Her gazetenin bir hikayesi vardır. Emirlerin, sansürün yukarıdan geldiği kesin değil. Sorun, toplumsal ve bireysel düzeyde, demokrasi ve toplumsal tartışmalar düzeyinde. Bireyler arasındaki değiş tokuşlar sayesinde hepimizin gençleşmiş olması; sosyal ağların ve akıllı telefonların hayatımızı dikte etmesine ve bizi aptallaştırmasına izin veriyoruz. Gözü korkmuş medya, sosyal ağların kodlarını benimseme eğilimindedir. Sitelerinde en çok okunan makaleleri, en fazla beğenilenleri öne alıyorlar. Bu onları sosyal alt ağlara dönüştürüyor. Böylelikle her zamankinden daha savunmasız duruma düşüyorlar.

– Artık işlemediğiniz ya da işleyemediğiniz konular var mı?

Bir editöre güveniyorsak ve insanlar bize destek oluyorsa, hayır. Birkaç taslak yapıyorum ve bunları  güvendiğim editörümün de aralarında olduğu beş, altı kişinin de oyuna sunuyorum, sonra hangisini çizeceğime kendim karar veriyorum: Oylamada birinci geleni çizmek durumunda değilim, fakat kesinlikle sonuncu geleni de çizmiyorum, çünkü birlikte çalıştığım gazetecilere güveniyorum. Bu profesyonel ve sağlıklı bir eleme sürecidir. Çöp sepetinin işimizin ayrılmaz bir parçası olduğunu unutmayın, iyi ki de var! İyi fikirler olduğu kadar çöpe uygun fikirler de var.

– Farklı karikatür tarzları var mı; mesela Anglo-Sakson, daha şiirsel ya da Latin ve daha politik-polemik karikatür?

Hayır, Amerikalı karikatürcüler daha “in your face” (şok edici- çn) olabilir. Çok katılar. Ancak farklı mizahlar vardır çünkü mizah çok kültürlüdür.  Ocak 2015’te Charlie Hebdo trajedisi gerçekleştiğinde, Los Angeles’ta yaşıyordum. Fransız mizahını, “aptal ve kaba” ruhunu, alt kademeyi, hassasiyetlerdeki farklılıklarını anlatmam haftalar sürdü. Azınlıkların değerlendirilmesi Atlantik ötesinde çok keskindir: ötekine “hakaret edilmez”. Fakat politik olarak, karikatür müthiş bir şekilde agresif olabilir.

Christian Losson ve Quentin Girard tarafından gerçekleştirilen ve orijinali Libération’da yayınlanan bu mülakatı, Açık Radyo için İzel Rozental Türkçeleştirdi.

08:02 Eduardo Galeano: Ve Günler Yürümeye Başladı / Çeviren Süleyman Doğru / Sel Yayıncılık

“Kabilemizin hikâye anlatıcısı” benzersiz yazar Galeano’ nun yeryüzündeki harikulade konukluğundan bizlere kalan son eserinden her sabah bir hikâyeyi Açık Gazete’nin açılışında okuyarak güne başlamanın hepimize iyi geleceğini düşünüyoruz.

09:00 – 09:30 Cuma Sezin Öney’le Seyyare: Türkiye ve Dünya Olayları Arasında Paralellikler, Karşılaştırmalar

seyyare20190628

Seyyare kayıt arşivi

09:30 – 10:00 Cuma Alp Ulagay ile Spor

spor20190628

10:00 – 10:30 Duman / Yazan: Ivan Sergeyeviç Turgenyev / Okuyan: Eraslan Sağlam / İş Bankası Kültür Yayınları

Açık Radyo’da klasik edebiyat okumaları / İvan Sergeyeviç Turgenyev 200 yaşında

10:30 – 11:00 Tohumdan Hasada Ekolojik Yaşam / Buğday Ekibi (Leyla Aslan Ünlübay – Turgay Özçelik)

tohumdanhasadaekolojikyasam20190628

facebook.com/bugdaydernegi/

Tohumdan Hasada Ekolojil Yaşam kayıt arşivi

***

zz1

Organik tarım Türkiye’yi doyurur mu?

Buğday Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Leyla Aslan Ünlübay’ın hazırlayıp sunduğu Tohumdan Hasada Ekolojik Yaşam Programı’nda bu hafta organik tarımın Türkiye’yi besleyebileceğini dair araştırmayı konuşuyoruz.

Yonca Demir’in konuk olduğu programımız, yarın (28 Haziran ) saat 10.30’da Açık Radyo’da. (94.9)

Radyonuz Açık olsun!

Açık Radyo’yu internetten dinlemek için: http://acikradyo.com.tr/stream/index.html

***

Organik tarım Türkiye’yi hatta dünyayı doyurur

zz3

Tohumdan Hasada programın konuk olan Yonca Demir “Türkiye’deki ekilebilir alanların %54’ü organik tarımla yapılırsa bunun Türkiye’yi doyurmaya yeteceğini” söylüyor.

Tüm dünyada ve Türkiye’de iklim krizinden verimliliğe pekçok soruna formül olabilecek organik tarım ile ilgili Açık Radyo’da yayınlanan Tohumdan Hasada programını Bianet Haziran/Temmuz ayı stajyerlerinden Aydost Parlak deşifre etti.

Tohumdan Hasada ekolojik yaşam programından herkese merhabalar. Ben Leyla Aslan Ünlübay. Endüstriyel tarım savunucularının en temel iddiası organik tarımın verimsiz olduğu ve Türkiye nüfusunu beslemeye yetmeyeceği. Ancak endüstri mühendisi ve akademisyen Yonca Demir, meslektaşı Bulut Aslan’la yaptığı araştırmada bu iddiayı çürütüyor. 

Hoş bulduk.

Aslında bu soru, herkesin çok fazla kafasını kurcalayan bir soru. “Gerçekten organik tarım Türkiye’yi ya da organik tarım dünyayı doyurmaya yeter mi?” sorusu. Tüketicilerin de üreticilerin de, üretim yapanların da kafasında hep olan bir soru. Ve genelde cevap hep “hayır” oluyor çünkü organik tarımın verimsizliği ve ürün üretilirken uğranan zarar, bu sorunun hep kapısının açık kalmasına, asla net bir cevabının olmamasına sebebiyet veriyor. Ben bu sorunun cevabına geçmeden ve araştırmaya geçmeden önce bu araştırmayı yapma fikrinin ve niyetinin nasıl çıktığını çok merak ediyorum, senin organikle olan bağın ve üretimle olan bağını çok merak ediyorum. O hikâyeyi bize anlatırsan çok sevinirim.

Tamam anlatırım. Diğer konuya da gireceğiz tabii çok derin bir şekilde. Ben doktora için Amerika’ya gittim 1992’de ve bittikten sonra da iki sene bir şirkette çalıştım Amerika’da küçük bir şehirde. Doktoranın sonuna doğru yani 1997’ye doğru, yani yavaş yavaş organik ürünleri görmeye başlamıştım Amerika’da.

Çok az bir şekilde, böyle hafif hafif aklımda bir şey oluşmaya başlamıştı. Çalışmaya başladığımda bir iş arkadaşımın eşi vardı ve o böyle hani temiz ürüne meraklıydı ve bir şey yapıyordu, sonradan onun topluluk destekli tarım olduğunu anladım, teriminin o olduğunu. Perşembe akşamları bir okulun bahçesinde gelen ürünlerden bazı akşamlar gidip alıyordu kendisine hazırlanan kutuyu, bazı akşamlarda da o dağıtımında rol alıyordu. Bu tam bir topluluk destekli tarım projesiydi.

Ne çıkarsa alıyordu, ve o, bazen azıcık bir çilek oluyordu, bizim karalahanaya benzer kale dedikleri bir şey var. Ne çıkarsa da onlarla yemek yapıyordu. Onunla böyle tarifler vesaire… Biraz aklım o yönde çalışmaya başlamıştı. Tatillerde buraya geldiğimde de bir arkadaşım var Selen Akhuy, o bana buğday dergisi vermişti bir tane. Ben onu bayıla bayıla okumuştum.

Ondan sonra da tatile geldiğimde hep bulup alıyordum. Sonra döndükten sonra buğdayla daha haşır neşir olmaya başladık. Ondan sonra buğdayda bir kutup projesi oldu Esas diye. Sonra iki yıl arka arkaya Bahçe diye bir topluluk destekli tarım projesi oldu aslında. Ondan sonra da Pazar açıldı ve Bahçe de bir sene daha devam etti diye hatırlıyorum.

Oralarda hani sizler kadar etkin olmasam da ben de her zaman bir organik sever olarak doğru olduğunu düşünüyorum yani hani biz temiz ürün üreterekten hem kendimize zarar vermeyecek şekilde hem de toprağa zarar vermeyecek şekilde beslenebiliriz. Bu düşünce bende vardı.

Bir yandan da Bilgi Üniversitesi’nde ders veriyordum ve Endüstri Mühendisi olduğum için de bizim çok temel bir tekniğimiz vardır, doğrusal programlama, bir optimizasyon yöntemidir. Listeden hatırlarsın, işte max, min, bazı fonksiyonların en yüksek noktasını, en düşük noktasını buluruz ya.

Bu da öyle bir şey ama burada kısıtlarımız da var yani bütün reel sayılar üzerinde değil de hani zaten tek bir değişkenimiz yok birçok değişkenimiz var yani çok büyük bir uzayda çalışıyoruz. Ama fonksiyonlarımız doğrusal.

Tarımda da bu doğrusallık var, yani ortalamada bir dönüm alandan belli bir miktar domates alıyorsanız iki dönümden de bunun iki katını alırsınız, doğrusallık için bu yeterli. Aklımın bir köşesinde de yani yapabilir miyiz acaba, bunu gerçekten sayısal olarak gösterebilir miyiz diye de bir düşünce vardı. Derslerden fırsat bulduğumda ufak bir model yapmıştım, yani kavramsal bir modelim vardı.

Organik tarım için kavramsal model

Ne zaman? Yıllar önce?

2004 civarında, 2004-2005’te bir konferansta sundum. 2007’de de bir konferansta sundum. Ama verilerinin o kadar, bir kere büyük bir model olması gerekiyordu, çünkü bütün Türkiye verilerini toplamak gözümü korkutuyordu. Dolayısıyla da işin içine böyle pratik olarak hiç girmedim, kavramsal bir şekilde denklemleri yazmıştım.

O arada hani bir sürü şey oluyor, çocuklar doğuyor büyüyor vesaire. İnsanın çok fazla vakti olmuyor. Okullarda da bazı tatsız değişiklikler oluyor, arkadaşlar işten atılıyor filan, onların yanında duruyoruz. Başka bir şeylere de gidiyordu enerjimiz.

Odaklanmayla ilgili yani, tamamen bu araştırmaya odaklanmayla ilgili bir kesintiye uğruyordu.

Aynen öyle. Sonra 2012’de Bulut Aslan Bilgi’ye geldi, Endüstri Mühendisliği bölümünde çalışmaya başladı. Hemen tanıştık ve hemen ilk iş o dedi ki “Bizim yöntemleri biraz daha böyle doğal kaynakların kullanımında, doğru kullanımında kullanabilir miyiz acaba? Böyle şeyler yapmak istiyorum” dedi.

Ben de dedim ki “Benim de aklımda böyle bir model var zaten”.

O makaleleri ona gösterdim, “Hemen çalışalım” dedi. Hemen ertesi gün başladık çalışmaya.Böyle küçücük bir oyuncak model deriz biz, cevabını bildiğimiz bir şekilde kurduk denklemleri, ona göre bir data setiyle çalıştırdık. Dolayısıyla çıkan sonuçların mantıklı/mantıksız olduğunu, denklemlerden hangilerinin işlediğini, işlemediğini, bütün bunları bir kontrol ettik küçük bir modelde. Arkasından hemen 2012’de başladık.

Hemen bölgesel bir büyüttük, 7 bölge ve 7 ürün grubu, yani tahıl, baklagil, meyve, sebze, yeşillik, zeytin, ve kuruyemişler (badem, ceviz gibi, kuru meyveler diyelim). Onların olduğu bir 7’ye 7’lik bir model yaptık ve orada onun sonuçlarını da çıkarttık hatta onları sunduk. Doğrusal programlama çok değerli bir yöntem.

Tarımsal verim ne olacak?

Kesin sonuçlar veriyor mu?

Kesin sonuçlar veriyor, kesinlikle optimal’ı bulduğu garantili bir yöntem. Doğrusallık bunu sağlıyor ve çok hızlı çözülebiliyor.

Bizim derslerde klasik olarak hep kar maksimizasyonu, maliyet minimizasyonu gibi amaç fonksiyonlarımız vardı.Bu beni biraz rahatsız ederdi hani öğrencilere örnekler verirken hep bunları söylüyoruz, bizim başka amacımız yok mudur bu hayatta gibisinden böyle sürekli beni rahatsız eden bir düşünce vardı. Dolayısıyla başka türlü problemler bulmaya çalışırdım ki bazen de bulurdum hatta tarımla ilgili problemler bulmaya da çalışırdım.

Sunduktan sonra o arada datasını nasıl toplayacağız, bu kısmı çok önemliydi ve en önemli sorun da verim bilgisiydi. Yani tarımsal verim ne olacak?

Pazar uzun yıllardır vardı o sırada işte 2013-2014’te biz o datayı toplamaya çalışıyorduk. Pazarda üreticilerle konuştuk ama oradan her ürün ve her şehir için yeterince veri toplayamadık. Şu da yeterli değil: Her ürün ve her şehirden bir üreticinin söylediği, ve söyledikleri de tabii işte biraz tahmini ve hikayesel, kesin sayılar yoktu.

Sertifika kuruluşlarıyla iletişim kurduk. Onlar veremeyiz dediler, ticari sır. Biz aslında bir isim istemiyorduk, biz sadece ortalamaları görmek istiyorduk.

Tarım Bakanlığı’nın sayfasında konvansiyonel tarımın verimleri vardı. Organik tarım için de bir ilde ne kadar domates üretildiği, biber üretildiği vesaire vardı organik olarak, ama ne kadar alanda üretildiği yoktu.

Sadece şu vardı: Antalya’da toplam şu kadar organik alan var, organik ekim yapılıyor, gibi. Ama o bize yeterli değil. Biz onun dağılımını bulmalıyız ki her ürün ve her il için o verimi bulabilelim. Böyle olunca o fikir Bulut’tan çıktı, bizi böyle tıkandığımız yerden çıkarttı:

“Konvansiyon ile alalım ve literatürde birçok çalışma var bu konuda, ne kadar verim düştüğüne dair istatistiksel çalışma var bunları kullanalım” dedi. “O verim düşüşlerini uygulayalım.” Bunu yaparken yine eşle dostla çok konuşuyoruz, bazıları dedi ki düşürmeyin verimleri, çünkü organik tarım daha verimsiz değil, işte Rhodale Institute’un çalışmaları var, yakalıyor, geçiyor.

Gerçekten de kuraklık olan yerlerde, organik topraklarda daha çok karbon ve daha çok azot olduğu için aşırı yağışta suyu tutuyor, sonra da bunu kullanabiliyor; ama o dönemde konvansiyonel tarlalar çok daha zor durumda kalıyor. Dolayısıyla o dönemlerde verimi daha iyi oluyor ama biz sağlamcı davranalım dedik.

Literatürdeki çalışmalar da öyle bir tane çalışma değil, istatistiksel deyince hani bir sürü farklı bölgede yapılmış, Türkiye için de var içinde, başka ülkeler için de var, dünyanın her yerinden yapılmış verim araştırmalarının bir meta-analizi. Dolayısıyla ürün gruplarında ne kadar verim düşüşleri yapmamız gerektiğini oradan aldık. Orada minimum, maksimum ve ortalamalar vardı; ortalama verim düşüşlerini kullandık. Bazı ürünler, mesela domates, mesela buğday için özel, tek çalışmalar da yapılmıştı, onları da kullandık.

Hem hayvansal hem bitkisel üretim modeli

Ne kadar sürdü bu sonuca ulaşmak? Bu araştırma ne kadar zamanda bitti?

En büyük makalemiz 2018’de çıktı, İngilizce makalemiz. Ama onun yazılması bir seneden fazla sürdü. Yapması çok daha kolay ama onu lafa dökmesi…

Peki araştırma sadece bitkisel üretim için mi?

Hayır, hayvanları da kattık. Önce bitkisel üretim için yaptık. 106 tane bitki, 81 il üzerinden yaptık. Modeli kurduk, test ettik, sonuçlara baktık ve sonuçlarda %54’ü yetiyor. Yani Türkiye’deki ekilebilir alanların %54’ü Türkiye nüfusunu organik tarım şartlarında beslemeye yetiyor.

“Yüzde 54’lük alan yeter”

Yani o zaman doğru mu anlıyorum, Türkiye’deki ekilebilir alanların %54’ü organik tarımla yapılırsa bu Türkiye’yi doyurmaya yeter.

Evet, %54’ü yeter.

Bu çok kesin bir bilgi.

Bu kesin bir bilgi. Çalıştığımız verimlerle de ilgili ama AYFUAM’da konuşurken şunu hatırlıyorum: Bize buğday verimini sormuşlardı, söylediğim sayıyı çok düşük bulmuşlardı, Almanlarla konuşuyordum. Onlar, “Bizde çok daha yüksek, siz çok düşük verimlerle çalışmışsınız” dediler.

Verimleri düşük tutmanıza rağmen Türkiye’de organik tarım…

Evet. Bir başka faktörün bir başka özelliği de var. Bizim amaç fonksiyonumuzda en önemli amacımız gıda eksikliğiydi.

Herhangi bir gıdanın herhangi bir şehirde eksik olmasını tüketim açısından minimize etmek, onu sıfırlamak istedik.

Dolasıyla onu büyük bir ceza katsayısıyla çarparak amaç fonksiyonumuza koyduk. Ama şunu da istedik, eğer kendi şehrinde, yaşadığı şehirdeki üretim onu besleyemiyorsa, başka şehirlerden, fazlası olan şehirlerden ürün gelebilsin.

Yani nakliyeye izin verdik, ama nakliyeyi de yine bir ceza katsayısıyla amaç fonksiyonuna koyduk ki bunu hele en sonunda iyice gerçekçi yapmaya çalıştık, yani nakliye, kargo şirketleriyle konuşaraktan ne kadara taşıdıklarını, kaç kilometre taşıdıklarını, vesaire yani gıdanın kat ettiği yolu da minimize ettik amaç fonksiyonunda.

Dolayısıyla mesela İstanbul gibi kendini asla besleyemeyecek, en iyi ihtimalle gıdasının %20’sini üretebilecek bir şehri aşağı yukarı çoğu Marmara Bölgesinde olan şehirler besleyebildi, doyurabildi.

İklim krizi ve organik tarım 

Peki, bir de iklim gerçeği var. Her geçen gün küresel ısınma oluyor ve birçok doğal kaynağı kaybediyoruz hem de geri, yerine koyamamak üzere. Bu iklim faktörü bu araştırmada ne kadar yer aldı ve ilerleyen zamanlarda ne kadar etkili olacak?

Bunu şöyle yaptık, yani biz bir felaket senaryosuna da bakalım dedik. Dedik ki İç Anadolu’dan zaten bazen kötü haberler alıyoruz, kuruyan göller, ölen kuşlara dair.

İç Anadolu’nun tamamen kuruduğunu, yani kuraklık var ve orada hiçbir üretim yapamıyoruz, yine insanlar yaşıyor dolayısıyla o insanları, o nüfusu beslememiz gerekiyor, ama üretim yok. Bu senaryoya da baktık. Burada da bütün ekilebilir alanların %88’ini kullanıyor hale geliyoruz. Yani yine de beslenebiliyoruz. Artan ekilebilir alanlar ama nadasa bırakılması gerekenler aslında, yani çok ucu ucuna bir senaryo. Gerçekten bir felaket senaryosu. Ama burada hayvansal ürünler de var, yani %88’i %54’le karşılaştırmamalıyız, %63’le karşılaştırmalıyız çünkü bu şu demek, biz hayvansal ürünleri kattığımızda o %54 arttı. Çünkü bir şekilde bitkisel beslenmek sanıyorum dünyaya daha az baskı yapan bir yöntem.

Hani burada hiçbir şekilde ne bitkisel ne hayvansal hiçbirini promote etmiyorum.

Yok bu bilinen bir bilgi gerçi.

Evet bu bilinen bir gerçek. Program da bize bunu tekrardan çıkarttı. Hayvanları da besliyoruz, evet biz daha az bitki yiyoruz, mesela daha az bakliyat tüketiyoruz, ama yine de orada ektiğimiz şeyler yeterli olmuyor daha fazla alan gerekiyor hayvanları da beslemek için. Modele hayvansal ürün olarak yumurta, tavuk, kırmızı et ve süt kattık.

Kırmızı et ve sütü katarken de hem entansif hem ekstansif, yani yerel ırkların çayırlarda otladığı bir hayvancılık yöntemini hem de daha yoğun dediğimiz biraz gezinti alanı dışında içeride kaldıkları bir barınakları olduğu ve tamamen çiftçinin verdiği ürünlerle beslendikleri, onların organik olduğu durumu da göze aldık.

Peki bitkisel üretimde kaç çeşit ürün yetiştirdiniz, yetiştirilebilir yani?

106 çeşit ürün vardı. Orada da mesela hodan gibi çok az kullanılan değil de daha çok kullanılan şeyleri koyduk ama 106 ürün sebze, meyve, tahıl, baklagil, yine zeytin, ceviz, badem…

Hemen hemen bütün temel ihtiyaçlarımızın hepsini koyduk. Yeterli bir menü olduğunu düşünüyoruz kurguladığımız menünün. 2300 küsür kalorisi var, yeterince yağ, protein dengeli bir şekilde dağılıyor. Baya ciddi bir liste hatta günlük yemek yeme listesine bakarsan, çeşitli dergilerde de yayınlandı, yani bunu bir günde yemek zor gelir insana, fazla gelir aslında. Hayvansaldaki şeyi de söyleyeyim, %63 gerekti. Hayvansalda bir de hayvanları beslemek için, yerel ırkları beslemek için yeşil otlar ürettik yani yonca, yeşil ot, yulaf…

Hayvanların beslenmesi için de üretim yapıldı

Hayvanlar için de üretim yaptınız yani aslında.

Tabii ki. Onların da beslenmesi için üretim yaptık. Onların beslenmesi için işte arpa, soya, mısır gibi şeyler de ürettik, özellikle o tavuklar için. Mısır silajı ürettik, buğday samanı… Bunların hepsi yapıldı. %63’ü yeterli oldu. Şimdi burada başka sayılar da söylemek istiyorum.

%54’ü demek kişi başı 1,67 dönüm demek. Sadece bitkisel beslenirsek kişi başı 1,67 dönümü ekip biçip biz organik tarım veriminde beslenebiliriz.

Hayvansalı eklediğimizde 1,97’ye çıktı bu %63. Türkiye’de 3,10 kişi başı ekilebilir alan. Bunun içinde tabii ki ormanlar yok. İnsanların hep en korktuğu şey şu, “Ormanlar kesilecek”, falan. Öyle bir şey yok, zaten Türkiye’de 23,8 milyon hektar ekilebilir alan var. Orman alanları bunun dışında.

Ormanlarla birlikte 39 milyon hektara çıkıyor bu. Buradan dünyaya gelmek istiyorum. Dünyada 2013’te, biz 2013 verileriyle çalıştığımız için, 2013’le karşılaştırıyorum, 2,18 dönüm ekilebilir alan vardı kişi başına düşen. Dolayısıyla dünya da kendini besleyebilir. Ortalamada besleyebilir. Evet, bazı bölgeler, mesela Bangladeş gibi daha zor durumda bölgeler vardır, ama onlara da çevresindekiler yardım etmelidir.

Çarpıcı başka bir şey vardı, o da nakliyeyi cezalandırmak dedim ya, gıdanın kat ettiği yolu minimize ettik, onu tamamen amaç fonksiyonundan çıkarttığımda, yani “umurumuzda değil, uzaktan da olsa gelsin” dersek eğer, o zaman Türkiye’deki ekilebilir alanların %29’u yeterli oldu.

Nakliye kısmını geniş ve sınırsız bıraktığınızda. Çok iyi bir rakam.

Çünkü program şunu yapıyor, onun için önemli değil yani fosil yakıtı düşünmüyor. Biz söylersek ancak düşünebilir. Her ürünü en verimli olduğu yerde üretti, dolayısıyla orada çok üretti, ve her yere gönderdi. Yani orada nakliye çok fazlaydı. Böyle de bir durum var.

Yerel üretim yaptı yani aslında.

Tam tersi, merkezi üretim.

Yani merkezi üretim yapıp etrafa dağıttı.

Uzaklara da dağıttı. Ötekisi yerel üretim.

Tabii kendi kendini besleyen yerlerdi o. Daha az bir alanda bile Türkiye’yi doyurabilecek bir sonuç vermiş aslında.

Aynen, ama orada işte tabii hani fosil yakıt tüketimi arttı. Orada da öyle bir şey var.

Sadece iyi beslenmek için dünyaya biraz daha fazla zarar vermiş gibi oluyoruz o da çok aykırı oluyor bizim bu beslenme meselesine. Kendiyle çelişir gibi oluyor.

Evet, aynen. O gıdanın kat ettiği yolu katmamız gerekiyor, yani onu minimize etmemiz gerekiyor bence.

Evet, çok değerli bir araştırma ama şeyi de çok merak ediyorum, süremiz de çok az kaldı; mesela bu araştırma var, elimizde net verilerle var, ve bir şekilde bir yerden başlayıp hayata geçirilmesi belki de ilerleyen zamanda tamamının Türkiye üzerinde uygulanmasına ve çok güzel sonuçlar almasına sebep olacak. Bununla ilgili bir şey yapacak mısınız, yani şu an bu araştırma var ve bundan sonrasında ne yapacaksınız?

Yani şimdi burada artık biraz birinin bunu kullanmak istemesi lazım, bir politik irade olması lazım.

Evet, biz bunu yapabiliriz, hem dünyaya daha az zarar veririz hem kendimiz daha az zehirlenerek besleniriz.

Dolayısıyla bu politik irade “Tamam biz bunu yapacağız” derse o zaman birkaç şey eklenmesi gerekiyor bence.

Siz sunuyor musunuz peki karar alma mekanizmalarına, sizinle bu konuda iş birliği yapabilecek kişilere?

Bu konuda biraz eksiğiz. Biz konferanslarda sunuyoruz, AYFUAM’da mesela Tarım Bakanlığı’ndan insanlarla görüşmüştük ama gidip Tarım Bakanlığı’na tekrar tekrar “Bakın,böyle bir çalışma var” gibi ısrarımız olmadı açıkçası. Onda bir eksikliğimiz var.

Onun bir ardına düşmek gerekiyor.

Evet, aynen. Arkadaş FAO’ya da gönderin demişti, onu da yapmadım, yapmak gerekiyor. Bazı şeyler vakit alıyor ama asıl söylemek istediğim, ilden ilçeye geçmemiz lazım. İl bazında üretimden ilçeye, ilçe detayında çalıştırmamız lazım. Bu şu demek, 81’e 120 değil, 957’ye 120’lik bir karar değişkeni. Bu arada tabii ki şu planı da çıkarttık, yani nerede ne ekilecek, hangi üründen ne kadar ekilecek ve hangi üründen ne kadar hangi ilden hangi ile gönderilecek. Bütün bu detaylı bir plan çıkarttık. Yani o %63, %54, bunlar hep tek tek sayılar ama onun arkasında kocaman bir tarım planı var aslında.

Evet, en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş.

Evet, aynen. Birkaç şey daha eklenmesi gerekiyor, bence balık ve mantarı eklememiz şart. Artı, koyun ve keçiyi eklememiz şart. Yani hayvansal ürün olarak çünkü bazı bölgelerde çok daha fazla onlar üretiliyor ve tüketiliyor, daha uygun, daha bazen sağlıklı aslında.

O zaman şunu söyleyebiliyoruz, organik üretim Türkiye’yi ve dünyayı doyurmaya kesinlikle yeter.

Kesinlikle yeter. Yeter ki biz adil dağıtalım. “Besleyemezsiniz, aç kalırız” hikayesi doğru değil, ayrıca şu anda da açlık var.

Çok fazla, endüstriyel üretim yapıldığı halde, endüstriyel tarım.

Dolayısıyla kesinlikle doyurur.

Çok teşekkür ederim Yonca programıma konuk olduğun için.

Rica ederim.

Araştırma şahane bir araştırma. Çok değerli bilgiler verdin bize. Umarım hakkı verilerek bir yerlerde kullanılır ve Türkiye’ye yayılır ve Türkiye’de gerçekten bunun meyvelerini, ekimlerini aldığımız günleri görürüz.

Umarım ben de.

Tohumdan Hasada ekolojik yaşam programında bugün endüstri mühendisi ve akademisyen Yonca Demir’le yaptıkları araştırmayı konuştuk. Organik tarım Türkiye’yi doyurur mu? Evet, organik tarım Türkiye’yi ve hatta dünyayı doyurur.

11:00 – 12:00 Yeter ki İste / Hazırlayanlar: Elena Polyakova ve Alper Dalkılıç

yeterkiiste28.06.2019rec.13062019

Ultra maratoncu çiftimiz Elena Polyakova ve Alper Dalkılıç’ın farklı disiplinlerden amatör ve profesyonel sporcu konuklarıyla alanlarındaki deneyimleri paylaştıkları Yeter ki İste, bu yayın döneminde bir saatlik bir program formatıyla dinleyiciyle buluşuyor.

***

Açık Radyo 94.9Yeter ki isteAlper DalkılıçAlper DalkilicElena PolyakovaAçık RadyoSportif yaşam kültürüsportif yaşama kültürüradyopodcastradioorienteeringoryantiringİstanbul Orienteeering KulübüİOGIOGAli ÇelebiAli CelebiYasin BosnaliYasin BosnalıHaldun BozkurtLanguage Turkish

Programımıza İstanbul Orienteering Kulübü (İOG) üyeleri Ali Çelebi, Yasin Bosnalı ve Haldun Bozkurt konuk oldu. Oryantiring sohbetine davetlisiniz.

12:00 – 13:00 Caz Türbülans / Recep Şencan / Cazda serbest dolaşım

12:55 – 13:05 Tehanu / Okuyan: Tolga Korkut

Amerikalı usta yazar Ursula LeGuin 22 Ocak 2018’de aramızdan ayrıldı. Yazarın Çiğdem Erkal çevirisiyle Metis Yayınları’ndan yayımlanan 6 kitaplık kült fantastik serisi Yerdeniz Büyücüsü’nün üçüncü kitabına bir süre önce başladık. Ne zaman biter, orası hâlâ meçhul.

13:00 – 14:00 El Fueye / Ortaç Aydınoğlu / Tangonun büyülü kutusu

1900’lerin başında Arjantin’de doğup dünyaya yayılmış olan tangonun serüveninde Buenos Aires’in arka mahallerinden, Paris’in balo salonlarına; grand tuvalet giyinip tramvaylarla gidilen dans gecelerinden, yırtık kotla gidilen eski bir fabrikada düzenlenen milongalara; gitar çalıp söyleyen halk ozanlarından, senfoni orkestralarına; Afrika ritimlerinden, Japon ezgilerine ve tabii ki hüznün en melankolik halinden, neşenin en deli haline…

İsmini, müziğine özgün tınısını veren körüklü bir kara kutudan alan El Fueye ile tangonun büyülü kutusunu açıyoruz.

14:00 – 14:30  Bir Yaşam Dili (Yeni program) / Hazırlayanlar: Deniz Spatar ve Canan İrtem

biryasamdili28.06.2019rec29.05.2019

İsmini Marshall Rosenberg’in Şiddetsiz İletişim – Bir Yaşam Dili kitabından alan programda, anlaşmazlık içindeki bütün tarafları empati ile can-ı gönülden dinleyerek anlama, bu yoldan bağlantı kurarak işbirliği zemini yaratma ve herkesin ihtiyacının gözetildiği ortak çözümler üretme sanatı olan Şiddetsiz İletişim, çeşitli boyutları ile ayrıntılı olarak ele alınıyor.

Facebook.com/Şiddetsiz İletişim Türkiye

14:30 – 15:30 Wanderer / Can Denizci / (Richard Wagner özel programı)

Doğumunun 200. yılında Richard Wagner özel programı. 19. yüzyıl operasının en önde gelen iki isminden biri olan ve müziğin üst dilinin üstadı sayılan Wagner’in hayatı ve eserleri Wanderer’de

15:30 – 16:30 Sinefil / Melis Behlil ve Yeşim Burul Seven / Sinemasever muhabbetleri

Sinefil kayıt arşivi

16:30 – 17:00 Kavanozdaki Yıldız (Yeni program) / Hazırlayanlar: İsmail Başöz, Haluk Levent ve Mustafa Yılmazer

Bilimsel ve teknolojik gelişmelerin toplumsal ve ekonomik etkilerini  kapsamlı biçimde ele almaya gayret eden bir program.

17:00 – 18:00 Dünyanın Cazı / Ceyhan Usanmaz, Berna Kaytaz, Jak Kohen, Levent Öget ve Harun İzer

18:00 – 18:10 Gezegenin Geleceği / Uygar Özesmi / Ekoloji Günlüğü

gezegeningelecegi20190628

facebook.com/uygar.ozesmi.page

Gezegenin Geleceği kayıt arşivi

18:10 – 20:00 Açık Dergi / İlksen Mavituna – Eser Epözdemir – Feryal Kabil / Hergün İstanbul’da Ne Var Ne Yok

Açık Dergi kayıt arşivi

Hafta boyunca Ben Bugün Bişey Öğrendim Yayına Hazırlayanlar: Doruk Yurdesin, Ozan Sezgin ve Rauf Kösemen

facebook.com/benbugunbiseyogrendim

Açık Dergi Cuma Ceyhan Usanmaz’la Bu Köşe Kitap Köşesi

Açık Dergi Cuma Zîn (Açık Dergi’de yeniden köşe) (15 Günde 1) / Hazırlayan: Mehmet Said Aydın

Yazar ve editör Mehmet Said Aydın Açık Dergi’ye geri dönüyor. Farklı kültürlerden ve alfabelerden beslenen Türkiye Edebiyatı’nın tarihinden notlar ve güncel gelişmeler, tartışmalar her hafta Açık Dergi’de.

Açık Dergi Cuma Duygular Sözlüğü ( Açık Dergi’de yeni köşe) / Yazan: Tiffany Watt Smith / Çeviren: Hale Şirin / Okuyan: Ömer Madra / Kolektif Kitap

duygular-sozlugu-omer-madra

Neredeyse her şeyin sözlüğünü yayınlama sürecine giren Açık Dergi yeni yayın döneminde duyguları da işin içine karıştırmaya karar verdi! Tiffany Watt Smith’in kaleme aldığı ve Kolektif Kitap tarafından Türkçe’ye kazandırılan Acımadan Zevklenmeye Duygular Sözlüğü, Ömer Madra’nın sesinden Cuma akşamları birer maddeyle radyo yayınına karışıyor.

10 – Çaresizlik

Açık Dergi Cuma Üçüncü Mekan (Açık Dergi’de yeni köşe) ( 15 Günde 1) / Hazırlayan: Sevil Sarp

ucuncumekan20190703

Dergi’nin Sevil Sarp tarafından hazırlanıp sunulan bu yeni bölümünde 15 günde 1 İstanbul’da faaliyette bulunan bir kütüphaneye gidiyoruz. Kullanıcıların ve çalışanların konuk edildiği program şehrin kültür haritasına mütevazı ve fakat kendince önemli bir katkıda bulunmayı hedefliyor.

***

Çocukların üçüncü mekanları nereler / Esra Akçay, kitap okuyan çocuklar proje koordinatörü

Açık Dergi Cuma Normalin Sınırları / Klinik Felsefe Sohbetleri / Alper Hasanoğlu ve Bülent Usta

normalinsinirlari20190628

“Normalin Sınırları”nda, insanları hapseden bireysel ve toplumsal sınırların ve kalıpların ötesine geçip, dinleyicilerin kendilerine ve hayatlarına başka bir açıdan bakabilmesinin olanakları araştırılan bir ‘klinik felsefe’ programı.

Teoriyle uygulamayı birleştiren yazı ve çalışmalarıyla tanınan psikiyatristlerin, psikoterapistlerin, felsefecilerin ve edebiyatçıların konuk olarak yer aldığı yayın; günümüzde ilaç tekelinin baskısı altında insanın doğasına ait normal ve doğal acının bir hastalık olarak tanımlanması tehlikesi karşısında normali koruma çabası.

“Normalin Sınırları”nı, psikiyatrist, psikoterapist, yazar Alper Hasanoğlu ile antropolog, psikoterapist, yazar Bülent Usta birlikte sunuyor.

***

Yas ve üzüntü

zz8

Psikoloji ile felsefe arasındaki ilişkiden yola çıkan ‘Normalin Sınırları’, dinleyicilerini, içsel bir yolculuğa davet ediyor. Bu içsel yolculuk, dinleyicilerini ve konuklarını, ‘klinik felsefe’nin sunduğu çerçeve içerisinde, gündelik hayat ile varoluşsal ve ruhsal alanın meseleleri üzerinden sohbete ortak ederek gerçekleşiyor.

Mutluluğun ardından yas ve üzüntü kavramları klinik felsefe açısından ele alınıyor. Ve programın ilk konuğu, “Ah!” adlı şiir kitabının yazarı Defne Sandalcı ile ‘yas’ sadece klinik psikoloji açısından değil felsefi ve siyasi anlamlarıyla da masaya yatırılıyor. Yas tutmayı bir hastalık olarak değerlendiren tutumlar, Roland Barthes gibi düşünürlerin bu yaklaşıma karşı çıkmalarının nedenleri ile birlikte tartışılıyor. Normal ve patolojik yas ayrımı nerede başlayıp sona eriyor?

Açık Dergi Cuma Mazruf (Açık Dergi’de yeni köşe) (15 Günde 1) / Hazırlayan: Murat ‘mrt’ Seçkin ve Audioban

İki haftada bir yayımlanan “Mazruf” müzik sektöründe, özellikle bağımsız sahnede yer alan kolektif, müzisyen ve projelerin yanı sıra, sahne arkası – yani masabaşı –işleri yüklenen ekip ve kişilerin seslerine de kulak veriyor. Mülakatlar ve bolca müzik eşliğinde ve 15 günde bir.

20:00 – 21:00 Koyu Mavi / Gülçin Orgun / Türler arası

koyumavi_28.06.2019

koyumavi.org/

***

zz1

İstanbul şarkıları

Cem Karaca ve Apaşlar / İstanbul’u Dinliyorum

Alper Cengiz / İstanbul

Fethi Taner ve Toplama Adamlar / İş Dönüşü İstanbul Kentinde

Kesmeşeker / İstanbul İstanbul

Kramp / İstanbul Sokakları

Bulutsuzluk Özlemi / İstanblues

Grup Gündoğarken / İstanbul

Yaşar Kurt / İstanbul

Peyk / İstanbul

Yavuz Çetin / İstanbul’a Ait

Cem Karaca / Hep Kahır

Edip Akbayram / Bekle Bizi İstanbul

bu akşam

saat 20-21 arasında

Koyu Mavi’de.

21:00 – 22:00  Aşağı Mahalle / Ümit Baykara / New York Downtown Cazve ötesi…

twitter.com/asagimahalle

***

Küba’da doğup ABD’de büyüyen yetenekli piyanist Fabian Almazan’ın üçlüsüyle çıkardığı son albümü This Land Abounds With Life’dan seçmeler saat 21:00 de da… Açık Radyo >

22:00 – 23:00 Mint / Efkan Kula ve Mert Emcan / Gıcır cızır plâklar

mixcloud.com/mertemcan/

Alternatif rock’ın geçmiş ve günümüz klasiklerinin çalınacağı “Mint”te Stüdyo İmge yazarları; Efkan Kula ve Mert Emcan plak koleksiyonlarının en değerli single’larını hikayeleriyle birlikte çalıyor.

23:00 – 24:00 13 Melek / Yiğit Atılgan / Zamanın ruhundan bağımsız sesler

13melek-acikradyo344

Zamanın ruhundan bağımsız seslere kulak verdiğimiz 13 Melek bu yayın döneminde Cuma günleri 23.00’te.

24:00 – 01:00 Blackout / Gürkan Vayis ve Ümit Şenol / Kirli ve aksak ritimler ile Siyah müzikler

Yeni yayın döneminde Overphonic ve Blackout programları birleşip yollarına, Overphonic’in saatinde Blackout adı altında devam ediyor.

overphonic.blogspot.com/

mixcloud.com/overphonic/

blackout949.blogspot.com/

soundcloud.com/blackout949